Aralık 27, 2012

Hikaye - Bölüm 1


Kendi kendine söylenerek öbür tarafına döndü, yorganına sarıldı ama yine de olmadı güneş gözüne girip günü başlatmıştı artık. Olmamış gibi davranmak hiçbir şeye yaramayacaktı. Saate bakmaya korktu. Kim bilir kaç saattir uyuyordu? Kim bilir günün kaç saati yatakta yorgana sarılıp uyurken harcanmıştı? Korkuyla da olsa baktı saate. Korkmakta haklı olduğunu görüp yüzüstü atıverdi kendini tekrar yatağa. O sırada onu izleyen biri olsaydı şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırır, koşarak yanına gelir bir yerine zarar gelmiş mi diye kontrol ederdi. Kimse yoktu. Bir zarar da gelmemişti.

Sadece yakınına gelince alınan alkol kokusu rahatsız ediyordu belki de, o yüzden böyle huysuz davranıyordu. Kim bilir? Kim bilebilir bir insanın içini?

Yataktan sıyırdı kendini. Gözlerini ovuşturdu. Darmadağınık saçlarını topladı aynaya bakmadan sehpanın üzerinde bulduğu tokayla. Dalgalı saçlarının tokaya ulaşmayan tutamları omuzlarına çarptı. Yüzünü yıkarken aynaya bakmadı. Nasıl göründüğünü bilmek istemedi belli ki. Yatak odasına geri dönüp bir süre bir şeyler aradı. Üzerindekilere ve odanın durumuna bakılırsa dün gece eve geldiğinde ne kadar sarhoş olduğunu tahmin etmek zor değildi. İç çamaşırlarıyla uyumuştu. Çıkardığı giysileri ortalığa saçılmıştı. Bu giysiler dışında başka dağınıklık yoktu odada. Düzenli bir insan olduğunu anlamak için bundan fazlası vardı evde. Bulaşık makinesinde temiz bulaşıklar yoktu örneğin, ya da dün akşam dışarı çıkmadan önce denediği giysilerin hepsi sanki uzun zamandır dokunulmamış gibi dolapta duruyorlardı ya da ödenmemiş hiçbir faturası yoktu ve balkondaki çiçeklerin hiçbiri gerektiğinden az sulanmamıştı. 

Bir seri oluşturmaya karar verdim

Bir seri oluşturacağım ve her hafta ya da her neyse - belli periyodlarda başladığım bir hikayeyi sürdüreceğim gittiği yere kadar. Sonundan ben de pek emin olmadan. Ufak tefek şekillenmeler var tabii ama net değil. Bugün uzun zaman önce başladığım bir yazının girişini koyacağım, bakalım zaman içinde nereye gidecek...

Aralık 11, 2012

Boğaziçi Üniversitesinde Cinsel Taciz Konuşuldu


25 Kasım Kadına Yönelik Siddete Karşı Uluslar Arası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak anılan bir gündür. Bugün yürüyüşler düzenlenir. Önündeki - sonundaki günlerde çeşitli etkinlikler yapılır. Bilinç yükseltme, dayanışma, fikir üretme gibi amaçlarla yapılır bunca şey. Bu etkinliklerden bir tanesi de Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü tarafından düzenlendi. Katılımcılar, Esra Aşan (Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi) ve Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu (B.Ü. Psikoloji Bölümü) idi.

Tacizin tanımı başlı başına bir mesele. "Taciz nedir?" sorusu en çok kafa karıştıran sorulardan birisi.

tdk: tedirgin etme, rahatsız etme

Yasalarla alakalı şekilde bir aramamda şu çıkmıştı. Tam kaynağı hatırlamıyorum: Cinsel taciz, kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan, cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesidir.

Toplantıda konuştuğumuz üzere bir hareketin taciz olduğunu tacize uğrayan kişi belirler. Örneğin bir bakıştan rahatsız oldunuzsa, bu tacizdir. 

Açılan taciz davalarından şu ana kadar verilen en büyük cezanın geçtiğimiz günlerde verildiği haberi de geldi Esra Aşan'dan. Tacizci 3 yıl ceza almış, fakat mahkeme 2 yıl sürmüş. Bu da demek oluyor ki tacize uğrayan kadın arkadaşımız 2 yıl boyunca belli aralıklarla tacize uğradığını anlatmak, yaşadıklarını anımsamak zorunda kalmış. 

Bu tip davalarda yalnızca adli tıp raporu kabul ediliyor. Şiddete maruz kaldığınızı anlatmak için devletin bir yerlerine başvuruyorsunuz, ki devlet de ataerkin devamlılığı için elinden geleni ardına koymadığı için belki -yüksek ihtimalle- bu muameleler bile birçok başka taciz içeriyor. Kimbilir kaç farklı kişi taciz mağduruna "Ne yaptın da böyle oldu?" diye sorma hakkını kendinde buluyor. Bunlar hep mağdurun sessiz kalmasına, bir suçun daha devam etmesine, bir insanın daha kendini güvenilir bir yaşamdan uzaklaşmasına yol açan şeyler. Devlet mağdura destek değil köstek oluyor. Mağdur, iki kere mağdur oluyor. 

Tacize uğrayan kişi tacize uğradığını kanıtlamak zorunda kalıyor. Bu süre içinde yıprandıkça yıpranıyor. Oysa olması gereken tacizcinin kendini aklaması, eğer bir taciz yoksa bunu ispat etmesi. Bu bana kalırsa en önemli noktalardan bir tanesi. Esra da konuşmasında kadınlara bu kısımda bir pozitif ayrımcılık gerektiğini belirtti. Kadınlara demeyelim ama herhangi bir cinsel şiddete uğradığını iddia eden kişinin daha da zor duruma sürülmesi olacak şey değil. 

Olacak şey değil çünkü tacize uğradığını dillendirmek bile kendi başına bir iş. Tacize uğradığımızı çok kerelere kendi kendimize bile itiraf etmekten kaçınırız. Tanıdıkların tacizine uğramak çok yaygın bir şey, örneğin. Tanıdık olunca "söylesem sonra nasıl olur?"dan tutun da "ayıp mı olur"a kadar aklımızdan türlü iç hesaplaşmalar yapıyoruz. Yanlış anlayıp anlamadığımızı sorgulayarak suçu kendi içimizde hafifletmeye, yok saymaya çalışıyoruz. Çünkü söyledikten sonra kanıtlansa dahi bir miktar suçun da bize yükleneceğinden eminiz. 

Kurumlar bunun için politika üretmeliler. Yalnızca teoride değil pratikte işleyebilecek politikalar. Serra Hoca'nın da dediği gibi çözüm cezalandırmada değil olaylar olmadan önlemekte aranmalı. Tacize karşıyız dedikten sonra bir ama eklenmemeli. Tacize yüzde yüz karşı olmalıyız, çünkü taciz töleransı kabul edebilecek kadar basit değildir.